...
Nasılsa kimsenin dinlemeyeceğini bilerek,
şarkılar söylemenin özgürlüğü gibi...
Belki kimsenin okumayacağı,
okuyanın da anlamayacağı yazılar yazıp
orta yere bırakmanın rahatlığı gibi...
İstediğini, istediğin gibi söyleyerek
kimi kıracağını düşünmeden arsızca talep eden olmanın
vurdumduymazlığı gibi...
Herkese,
o bekledikleri her neyse
bir daha asla gelmeyecek olduğunu söyleyivermenin
kalpsizliği gibi...
Bir uçtan diğer uca yön değiştirmeden gidenin her zaman
'' doğru''
olmadığını fark etmenin şaşkınlığı gibi...
Her ''hayır'' da bir vazgeçiş olduğunu kabul etmenin
olgunluğu gibi
...
uzun cümleleri aklımda tutmaya çalışmanın,
çalışmaktan daha iyi geldiği günlerdeyim.
.
.
.
Hiç açılmamış kapıları görüp bilip de
neden hiç merak etmediğimi merak ettiğim günlerde...
.
.
.
En yalansız bildiğim kelimeleri yalanlayan,
derin sessizliklerde
midemin bulantısını zapt edemediğim günlerde
.
.
.
Bedendeki birden fazla parmak izinin,
kalpteki birden fazla yara izini işaret ettiğini anladığım günlerde
.
.
.
Gördüğüyle mi, görmediğiyle mi daha sağlam savaşır insan?
Görmediğiyle savaşırken aciz sayılırken, gördüğüyle savaşa geçerse alim mi sayılır?
''Savaş yok'' diyen oyundan atılır mı?
.
.
.
Soru sorduğum günlerdeyim.
Bilmiyorum,
geçen yılın bu zamanları hangi günlere denk geliyordu?
Belki de,
yıldan yıla devretmeyip de ömürden ömüre devredenlerdeyim.
S.D
Yorumlar
Yorum Gönder